Ana içeriğe atla

Elephant's World


Unutamayacağım deneyimlerden birini Tayland "Elephant`s World"de yaşadım; Kanchanaburi'de, Kwai Köprüsü'ne 40 km uzaklıktaki fil barınağında.

Sevgilim N. ile küçük çaplı dünya turumuzun Asya ayağının ilk ülkesi Tayland'ın Kanchanaburi eyalatinde 12 gün solo planlarımızı uygulamak için ayrılacaktık. Batı Tayland'ta, Bangkok'a 120 kilometredeki Kanchanaburi; doğal parkları, şelaleleri, hayvan barınakları ve nehirleri ile anılan bir eyalet.

N., meditasyon yapmak için, “Dhamna Kancana Vipassana Merkezi”nde 11 gün kalacaktı; olanı olduğu gibi görmek anlamına gelen Vipassana, Uzak Doğunun en eski meditasyon tekniklerinden biri.

Kanchanaburi'ye en yakın havalimanı, Bangkok'taki "Don Muang Airport "a indik.
Bangkok'ta taksicilere dikkat etmek gerekiyor; taksimetre açmamakta direndikleri için üç taksi değiştirdik, "taksimetre açmaksızın 400 Baht'a götürürüz" diyorlardı, oysa ki taksimetre otelimize 100 Baht yazdı.

Ertesi gün, Vipassana yolcuları daha çok kadın ağırlıklıydı. Bazıları şimdiden bembeyaz entarilerine bürünüp, saçlarını kazıtmışlardı; 11 gün boyunca, kimseyle göz, ten teması kurmadan, günün 10.5 saati sessizliğe gömülerek meditasyon yapacaklar.

N.'nin Vipassana'da kalacağı günler boyuca birbirimizden haber alamayacaktık.

Ben Bahn Sabai Sabai Guest House'da, bambudan yapılma, pencereleri camsız küçük bir odada, birkaç gün geçireceğim. Yer yatağı üzerinde cibinliği, 2 elektrik pirizinden birinde tepedeki vantilatörün sallandığı, tuvaleti dışarıda olan bu tek kişilik odanın geceliği 300 Tayland Bahtı; yaklaşık 8,5 USD.

Eşyaları bırakıp mobilet kiralayarak, Kanchanaburi merkezine, Kwai Köprüsüne indim; 'Kwai Köprüsü' olarak bilinen köprü, 1957'de David Lean'ın yönettiği Kwai Köprüsü filminden sonra bu adla anılmaya başlamış, gerçek adı ise; “Mae Kong nehri tren yolu köprüsü”.

Üstünden demir yolu geçen Kra Sae köprüsü ve içinde 13 ve 14üncü yüzyıldan kalma Khmer tapınakları bulunan "Mueang Sing - Kanchanaburi Tarihi Park"ta (giriş 100 Baht) dolaştım.

Yolda maymunlar önüme çıktı, fıstık ve muz vermek için elimi çantama attım ki, torbanın sesini duyan sürü aniden bana doğru hızla koşmaya başladı, motor üstünde olduğumdan elimdekileri yolun kenarına boşaltıp uzaktan izleyebildim. 

Kanchanaburi'nin akşam pazarı "night market”i gezme fırsatı buldum; bu pazarda, sebze meyvenin yanısıra, mangalda şişe geçirilmiş farklı hayvanlar gırla gidiyordu... Asya'da genel olarak "nabzı atıyorsa yeriz" ilkesi kabul görmüş.

Sabahın erken saatlerinde "Elaphant World"e giden bir kamyonet beni de aldı.Terkedilmiş, hasta, yaşlı fillerin barınağına vardık. Girişteki yavru bir fili sevmek istedim fakat, her bir filin özel eğitmeni "mahut"lar olmadan fillere yaklaşmamak konusunda uyarıldım.

5-6 kişilik gönüllü grubumuzla, ambardan fillere meyve-sebze doldurduk. Fillerin isimleri sepetlerde ayrı ayrı yazılıydı; herbirinin damak zevki farklıydı, örneğin biri taze muz severken, diğeri olgun tercih ediyordu.

Fillerle keyifli bir yürüyüşün ardından, karavanaları için kabak ve pirinç karıştırdık. Yemek, filler için olunca tencere yerine kazan, kepçe yerine de kürek kullanmak gerekiyordu. Lapalaşan yemeği avuçlayarak top haline getirdik.

Çiğneme zorluğu çeken 70 yaşlarında bir filin ağzına elimi sokarak yarım saat boyunca besledim; avucumdaki iri lokmayı ağzına çekebilmek için, dilini dirseğime dek uzatıyordu.
 

Asya filleri, Afrika fillerine göre daha küçük ve uzun dişleri yok, kulakları da daha yuvarlak. Bu yaşlı fil ile göz göze konuşup, boynunu okşarken, bir yandan da yedirmek beni çok mutlu ve huzurlu kılıyordu.

Yemekten sonra Kwai nehrine gittik; fillerle beraber suya girip hem yıkandık hem boğuştuk. Üstlerine çıkıp kafalarını okşadık, kalın kılları ara sıra batıyordu.

Ve bir de oyunumuz vardı; filler, mahut'larının bir komutuyla, üzerlerinde oturan kişiyi sarsarak suya atıyorlardı. En güçlü ve doğal bir oturma sağlayan bölgeleri boyunları. Karşı konulamayacak kadar kuvvetli ancak, ayağımıza bastığını farkedip ayağını kaldıracak kadar da narin ve hassastılar...

Bu muhteşem yaratıklar, suyun kokusunu 20km den alabiliyor ve 160km çapındaki bir gürültünün titreşimini hissedebiliyorlardı.

Günübirlikçi ziyaretçiler gidince, barınağın mahutları ile yalnız kaldım. Mahutlar bana bazı komutları öğretseler de, filin kendi mahutu seslenmedikçe hiçbir komutu yerine getirmiyordu.


Fillerle 35-40 dakika ormana yürüdük; geceyi orman derinliklerinde geçirmeleri için filleri saldık.

Nehre bakan bir kulübede konakladım;4500 Bahtdı. (1USD=36THB)

Kahvaltı sonrası dünkü yaşlı fil ile Kwai nehrinin sakin ve sığ suyunda iki saat boyunca yıkandık. Fil suyun içinde yatıyor ben üzerinde kulaklarının arkasını ovuyordum, o da hortumuyla su fışkırtıyordu. Bir fil ile yapabileceğiniz dünyanın en keyfli banyosunu yapıyordum.

N.'nin bugün Tapınakta 3. günü. Vippasana merkezini arayıp ulaşmaya çalışacağım, belki bir not bırakmıştır bana...



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Aç Kapıyı Melek, Ben Geldim

Mart ayında bir gün, bir Cuma günü. Saat öğleden sonra 4:30. Sabah hava sıcaklığı eksi otuz santigrat derece idi, şimdi ısındı biraz, yalnızca eksi on. Ah Ottawa, söyle yetmedi mi artık bu kış? İşten koşar adım çıkıyorum. Melek otoparkta beni bekliyor. Önce camları kaplamış olan buzu elimdeki uzun saplı plastik spatula ile bir güzel kazıyorum. Eğer dünyanın bu köşesinde yaşamayı hayal ediyorsa oralarda birileri, işte bu gerçeği de hayallerinin bir köşesine dahil etmeli. Zira spatulayla buz kazımak yemek yemek, su içmek gibi hayatın doğal bir parçası buralarda. Araçların camlarına yapışan kar taneleri buzlaşıyor, kaskatı kesiliyor. İşin yoksa her allahın günü kazı babam kazı.

İstanbullu Bir Turistin Gözünden Ottawa - 2

17 Haziran Cuma: Chateau Laurier diye oldukça büyük bir otelin arkasında bulunan Majors Hill park mükemmel bir yer, öğlen yemeğini yine Bottega'dan alıp bu parka yürüdük.  Çimenlerin üzerinde bir ağaç gölgesine oturduk. Parkta hula hup çevirenler, frizbee oynayanlar çocuklarını çimenlere salıp onlarla beraber yuvarlananlar, kitap okuyanlar, yanlarında getirdikleri darbuka benzeri (djembe) enstrümanları çalanlar hepsi burada. Mutluluk tepesi olmuş burası.  Karşımızda Parlamento binasının arka cephesi görünüyor ve biraz aşağı doğru bakarsak Ottawa Nehri ve karşı kıyı Quebec eyaletinin Gatineau şehri.

İstanbullu Bir Turistin Gözünden Ottawa - 1

Selam, ben Emre, Ottawa'da hızlı geçen birinci haftamın sonunda gözlemlerimi bu yaz ı  ile hızlıca paylaştım,  sürç-i lisan ettiysem affola.  14 Haziran Salı:  Aktarmalı uzun bir yolculuk sonrası başkent  Ottawa'n ın ( İstanbul Atatürk Havalimanı ile karşılaştırıldığında)  k üçük  uluslararası "Ottawa MacDonald–Cartier" h avaalanına  indim, d ı ş ar ı  çıkar çıkmaz fırın sıcağı gibi bir hava ile karşılandım. Alandan  şehir merkezindeki eve giden yol bol yeşillikli ve sanki  tüm şehrin bir bahçıvanı varmış gibi yemyeşil, düzenli ve temiz göründü. Jetlag halinde arkadaşların güneş vuran salonlarında kedi gibi kıvrılıp uyudum ve dinlendim. 15 Haziran Çarşamba:   Şehir merkezinde kalıyorum. Öncelikle, başkentin göbeğinde bulunan, "Parliament Hill" olarak bilinen tepecik üstünde, Rideau Nehrine nazır gotic mimariye sahip "parlamento" yani meclis binasını gezmek için şehir merkezinden yürüyerek geçtim. Yol boyunca, özellikle Rideau caddesi

Kanada Mühendisi'nin Yüzüğü

Mühendislik Yüzüğü  Kanada üniversitelerinin herhangi bir mühendislik dalından mezun olan öğrencilerin, özel bir seremoni eşliğinde taktıkları yüzüktür. Paslanmaz çelikten veya incelikle işlenmiş demirden yapılmış olan bu yüzükler; kalem tutan, imza attığınız, dominant elinizin serçe parmağına takılır ki, bir proje imzalarken, bir dizayn yaparken yüzeye ilk yüzük temas etsin ve çıkarttığı t ını  ile size hata yapma olasılığınızı ve mühendislik etikleri üstüne ettiğiniz yemininizi tekrar tekrar hatırlatsın.