Bazen gitmek gerekir. İnsan ancak öyle büyür çünkü. Uzaklarda kendisini, olmak istediği kişiyi ararken yenilenir, değişir. O kişiye ne kadar yaklaştığını, yolun kaçıncı kilometresinde olduğunu, geride kaç viraj, kaç yokuş, kaç trafik polisi bıraktığını sorguladıkça içinde bulunduğu anın farkına varır, kendini tanır. Uçağa binerken yüklendiği bir bavul veya bir sırt çantası değil, kefelerine ceplerinden çıkanları, çıkamayanları, çıkmamak için inat edenleri doldurduğu bir terazidir; yolculuk bir tartma eylemidir. Kişi evinin rahatını bırakıp gittiği yerlerde, tıpkı koca dünyayı uzayda asılı tutan minik sardunya fidesi gibi, önce sihirli masallar yaratır kendine, sonra da gider içine girer o masalların.
Bazen durmak gerekir. İnsan en çok evinde yaşar kendisini, en çok evinde yaşar gerçek huzuru. Koca bir fincan kahvenin tadına bakar gibi; hayatı, geçmişi ve geleceği olduğu gibi kavrayıp kucaklar, kabullenir sakince. Terazi de masal da yoktur evde. Evde denge vardır.
Ve bazen, yeni bir ev yaratmak gerekir. Uzakları ev yapar insan kendine. Başka dillerde yağan karın beyazında, başka seslerin, başka görüntülerin içinde romantik kayboluşlar yoktur, masallar yoktur bu öykülerde. Ne de olsa yola çıkıldığında geride bırakılan; gerçek mekanlarla ismi cismi belirli insanlar kadar belirsizliğin de bizzat kendisidir aynı zamanda. Yaşamadan terk etmeyi seçtiği bir hayat vardır yolcunun; kendisiyle aynı dili konuşup aynı şakalara gülen, aynı şarkıları söyleyip aynı sloganları atan kalabalığın içinden sıyrıldığı, başka dillerde konuşan başka kalabalıkların yanına gittiği, gitmeyi seçtiği bir an vardır geçmişinde. O belirsiz geçmiş, daha doğrusu gelecek, yani o belirsiz “geçmiş” gelecek yakasını bırakmayacaktır artık. Yapılacak olan, yan yana yürünecek, içlerinde yapayalnız kalınacak yeni kalabalıklar bulmak, yeni kalabalıklar sevmektir. Çiviyi, olsa olsa, çivi sökecektir.
Özgün,
Aralık 2013
Oruç Aruoba - "Benlik" |
çok beğendim :)
YanıtlaSil