Editörlüğünü ve yönetmenliğini üstlendiğim Benim İstanbul'um isimli belgesel program, Kasım 2010 ile Mart 2011 arasında CNN Türk ekranlarında izleyici ile buluştu.
İstanbul'un farklı köşelerini, yazan ve çizen kişilerin gözüyle izleyiciye aktarmak gibi bir amacı vardı programın. Yayınlanan on altı bölümün her biri farklı öyküler barındırıyor içinde. Tümüne bir arada bakıldığında ise, içinde yaşadığımız kentin tozlu anılarla dolu panoramik görüntüsü çıkıyor karşımıza.
Programın tüm bölümlerini ve her bölümün çekim öyküsünü aşağıda bulacaksınız. Eğer yolunuz internet aleminin bu köşesine ilk kez düştüyse, yaklaşık bir saat kadar zaman ayırmanızı ve acele etmeden, birbirinden değerli isimlerle omuz omuza verip İstanbul'da eşsiz bir yolculuğa çıkmanızı öneririm.
İyi seyirler!
Özgün Ulusoy,
Haziran 2011
İKİNCİ BÖLÜM - ATAOL BEHRAMOĞLU İLE CAĞALOĞLU
Programın ikinci bölümünü yazar ve şair Ataol Behramoğlu'na ayırdım. Behramoğlu, röportaja başlamadan önce kendisinin bir değil bir çok İstanbul'u olduğunu söyledi. Ben aslında, yakın zamanda yayımladığı Benim Prens Adalarım isimli kitabı nedeniyle Prens Adaları'nı anlatmak isteyeceğini düşünmüştüm. Ancak Behramoğlu tercihini Cağaloğlu'dan yana kullandı.
Behramoğlu ile Cağaloğlu'daki Net Kitabevi'nin sevimli bahçesinde buluştuk. "Sizin İstanbul'unuz neresi?" dedim; gençliğinin, ilk kitaplarının basıldığı dönemin Cağaloğlu'sunu anlattı.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM - BUKET UZUNER İLE MODA
Buket Uzuner ile, daha doğrusu Buket Uzuner'in gezi yazıları ile tanışmam 1999 yılına, liseyi bitirmek üzere olduğum döneme rastlar. Üniversiteye hazırlık sürecinin tarifsiz baskısını hisseden her genç gibi ben de her şeyi geride bırakıp gitmek için yanıp tutuşuyordum. "Bir Siyah Saçlı Kadının Gezi Notları" işte böyle düşlere daldığım bir gün geçmişti elime. Kitabı bir solukta okuyup bitirdiğimi anımsıyorum. Hiç görmediğim Avrupa'yı gözümde canlandırmamı, güzel şeylerin o kadar da uzak olmadığını hissetmemi sağlamıştı Uzuner. Ona hala bir teşekkür borçluyum.
Buket Uzuner, Benim İstanbul'um programında yer almayı büyük bir istekle kabul etti. "Moda'yı anlatacağım elbette" dedi ve serinin en güzel programlarından birine imza attı. İşte Buket Uzuner'in İstanbul'u..
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM - ADNAN BİNYAZAR İLE KOCAMUSTAFAPAŞA
2009 yılında, CNN Türk için hazırladığım "Hayatım Kitap" isimli program sayesinde tanıştım Adnan Binyazar ile. Yazarın çocukluğundan izler taşıyan ikinci öykü kitabı Şah Mahmet henüz okurla buluşmuştu. Can Yayınları'nın Beyoğlu'ndaki merkezinde bir araya gelmiş, program için bir röportaj yapmıştık.
Bir buçuk yıl sonra Benim İstanbul'um için olası konukları düşünürken, Adnan Binyazar da aklıma gelen isimler arasındaydı. Teklifimi büyük bir içtenlikle kabul etti. "Benim çocukluğumun bir bölümü Kocamustafapaşa'da geçti, ben orayı anlatmak isterim" dedi.
Birlikte Binyazar'ın çocukken kaldığı evi aradık. Bulamadık. Yazarın anılarındaki ahşap ev yıkılmış, yerine beş katlı çirkin bir bina yapılmıştı. Ancak hemen bitişiğindeki yapı biraz değişmiş olsa da hala ayaktaydı. Röportajı orada, o ahşap binanın önünde yapmaya karar verdik. Böylece onca anıya, onca acıya, onca yaşanmışlığa rağmen yok olup giden "dün"e bir saygı duruşunda bulunmuş olacaktık.
Buyurunuz efendim. İşte Kocamustafapaşa ve Adnan Binyazar.
BEŞİNCİ BÖLÜM - FERİDUN ANDAÇ İLE ORTAKÖY
"Gitmeyi seçen bir yazarın dil, düşünce, duygu haritasından izleri; sevdiği, barındığı kentin mekanlarında gezinerek görmek... Bu, beni, hep kendine çeken bir düşüncedir."
Paris Bir Yalnızlıktır isimli kitabını tanımlarken böyle diyor yazar Feridun Andaç. Bende gezi ve yazı kavramları arasındaki köprünün güçlenmesini sağlayan en önemli isimlerden birisidir kendisi. Güçlü yazı diliyle somut mekanların soyut duygularla el ele vermeden anlam kazanamayacağını hissettirir okura.
Andaç'sız "Benim İstanbul'um" olmazdı. Yakın zamanda yayınlanan Zamanın Durduğu Bir Yerde Ortaköy isimli kitabı da kanıtlıyor bunu. Ortaköy'de yağmurlu bir sonbahar günü yaptık söyleşiyi. Ve Feridun Andaç kendi İstanbul'unu, Ortaköy'ü anlattı...
ALTINCI BÖLÜM - NAZLI ERAY İLE ŞİŞHANE
Nazlı Eray, Benim İstanbul'um programının altıncı bölümünün konuğu. Bize Şişhane'yi ve Şişhane ve çevresinde geçen çocukluk günlerini anlatıyor.
Galata Kulesi'nden aşağı doğru inerken ilk sokaktan sola girdiğinizde, beş katlı bir binanın en üst katında çok güzel bir kafe var. Çekimi Nazlı Eray'ın isteği üzerine orada yaptık. Eray o kafenin kendisi için özel olduğunu, kimi kitaplarını orada kaleme aldığını söyledi. Kafenin bir yanda Galata Kulesi'ni, diğer yanda ise alabildiğine denizi gören harika bir terası var. İsmini soruyorsunuz. Düşünüyorum, anımsayamıyorum...
Mösyö Hristo'ya sorun, fısıldayacaktır kulağınıza...
YEDİNCİ BÖLÜM - MARIO LEVİ İLE KADIKÖY
Mario Levi'nin "İçimdeki İstanbul Fotoğrafları" isimli kitabı henüz piyasaya çıkmıştı. Kapısını çaldım, fotoğraflarından bir kaç tanesini göstermesini rica ettim. Büyük bir içtenlikle kabul etti.
En başından beri tüm röportajları açık alanda, mümkünse bahsi geçen sokaklardan birinde yapmak gibi bir niyetim vardı. Ancak bu kez röportaj için Levi'nin evine gitmek zorundaydık çünkü hava çok soğuktu ve Kadıköy'de rahatça çekim yapabileceğimiz; araç kornalarından, meraklı insanlardan ve her türlü gürültüden uzak bir köşe, bir sokak bulamamıştık.
Söyleşiyi evde, kapalı alanda yapmak zorunda kalmak bir hayli canımı sıkmıştı. Ancak bu durum fazla uzun sürmedi. Kameraman arkadaşımla birlikte Levi'nin balkonunun, daha doğrusu balkondan bizi selamlayan Kadıköy manzarasının önünde saygıyla eğildik ve "motor" dedik.
SEKİZİNCİ BÖLÜM - KEREM GÖRSEV İLE EMİRGAN
Benim İstanbul'um programını hazırladığım dönemde CNN Türk'ün kültür sanat programı AFİŞ'in de yapımcılığını yapıyordum. Vereceği bir konser için Kerem Görsev'i canlı yayına almıştık. Nefise, Görsev'e beste yaparken nelerden etkilendiğini sordu. Görsev, "Emirgan" dedi...
Böylece sekizinci bölümün konuğu da belli olmuş oldu.
Kerem Görsev, Emirgan'a duyduğu sevgiden olsa gerek, Benim İstanbul'um programında yer alması için yaptığım teklifi o kadar içten, o kadar ince bir şekilde kabul etti ve bizi evinde o kadar güzel ağırladı ki, kendisine bir kez daha teşekkür etmek istiyorum. Bu seriye paha biçilemeyecek bir değer kattı.
Arka planda çalan ezgi, tahmin edileceği üzere Kerem Görsev imzasını taşıyor. The Lady From Istanbul'u seslendiren isim ise elbette Fatih Erkoç'tan başkası değil.
DOKUZUNCU BÖLÜM - SEVİN OKYAY İLE ERENKÖY
Sevin Okyay ile daha önce pek çok kez bir araya gelmiş, CNN Türk'e kültür sanat haberleri hazırlarken söyleşiler yapmıştım. Kimi zaman Antalya'da Altın Portakal heyecanını konuşmuştuk, kimi zamansa Beyoğlu'ndaki Emek Sineması'nın durumunu.
Güzel, güneşli bir kış günü, bu kez ilk kez sinema dışında bir konuda söyleşi yapmak üzere buluştuk Okyay ile. Hem Beşiktaş'ın hem de Erenköy'ün kendisi için önemli olduğunu biliyordum. "Hangisi?" dedim, "Erenköy" dedi.
ONUNCU BÖLÜM - ECE TEMELKURAN İLE RUMELİ HİSARI
Bana ve tüm Benim İstanbul'um izleyicilerine kendi İstanbul'unu anlatmasını istediğim isimlerden biri de Ece Temelkuran'dı. Program için ilk fikirleri oluşturmaya başladığım günlerden beri aklımdaydı ismi. Afiş'in o dönemki yoğunluğunun da etkisiyle bir türlü fırsat bulup kendisine ulaşamamıştım ki, bir gün CNN Türk'te asansörde karşıma çıkıverdi Temelkuran. Nasıl oldu bilmiyorum ama birinci kattan üçüncü kata ulaşana dek geçen kısacık sürede projemi açıklamayı ve kendisini davet etmeyi başardım.
Bir kaç hafta sonra çekim için buluştuğumuzda Rumeli Hisarı'nı neden sevdiğini, daha doğrusu, neden İstanbul'da bir tek orayı sevdiğini anlattı Temelkuran.
ON BİRİNCİ BÖLÜM - HAKKI DEVRİM İLE MASLAK
Benim İstanbul'um serisinin en renkli isimlerinden biri, kuşkusuz Hakkı Devrim. Programa davet etmek için aradığım zaman beni uzun bir süre kendisinin bu program için iyi bir konuk, iyi bir örnek olmadığına ikna etmeye çalıştı. "Şimdi sen güzel, romantik şeyler duymak isteyeceksin. Ben öyle şeyler söylemeyeceğim" dedi. Programın amacının İstanbul'u güzel göstermek olmadığını, aksine, objektif bir perspektif sunarak sakinlerinin onu nasıl gördüğünü, onunla nasıl özdeşleştiklerini - veya özdeşleşemediklerini - izleyiciye aktarmak olduğunu anlattım. Sanırım başarılı oldum ki randevuyu kopardım.
Sabah erken bir saatte Levent'teki apartman dairesinde buluştuk. Levent ve Maslak'tan söz etmek, yıllar içinde geçirdikleri çirkin değişimi anlatmak istiyordu. Caddeye yürüyüp üst geçitlerden birinin üzerine çıktık, arka plana Maslak'ta yükselen binaları aldık ve gelip geçenlerin şaşkın bakışları altında Hakkı Devrim'in İstanbul'unu konuştuk.
ON İKİNCİ BÖLÜM - AHMET ÜMİT İLE SULTANAHMET
Ahmet Ümit, İstanbul deyince ilk aklına gelen yerin Sultanahmet olduğunu söyledi. Bizlere Sultanahmet'in kendi yaşamı ve eserleri üzerindeki etkisini anlattı.
Hafta içi olmasına rağmen, buluştuğumuzda Sultanahmet Meydanı oldukça kalabalıktı. Güzel, güneşli bir Sultanahmet günü.. Ve Ahmet Ümit'in İstanbul'u..
ON ÜÇÜNCÜ BÖLÜM - HALDUN HÜREL İLE YENİKÖY
Haldun Hürel deyince hemen efsanevi rock grubu Üç Hürel geliyor akla. 1999'da üniversiteye hazırlandığım dönemde bir kaç kasetlerini bulmuştum, sıkça dinlerdim şarkılarını. "Bir sevmek bin defa ölmek demekmiş" dizeleri aklıma kazınmıştı o günlerde.
Haldun Hürel, çekimi yaptığımız günlerde başka bir ulusal kanalda İstanbul temalı bir program yapıyordu. Yakın zamanda İstanbul'un Ansiklopedik Öyküsü isimli kitabı da yayımlanmıştı. Yani böyle bir seride ona yer vermemek olacak iş değildi. O da aynı şekilde düşünmüş olacak ki, sağ olsun, teklifimi kibarca kabul etti ve bana kendi İstanbul'unu anlattı.
Yaşadığı kentle özdeşleşmiş, ve onu büyük bir hayranlıkla seven Haldun Hürel, "Benim İstanbul'um Yeniköy" diyor.
ON DÖRDÜNCÜ BÖLÜM - ARA GÜLER İLE BEYOĞLU
Ara Güler'siz bu seri, Beyoğlu'suz da İstanbul eksik kalırdı. Beyoğlu'nu anlatacak isim Ara Güler olunca dinlemenin tadı da bir başka oluyor elbette.
Programın her bölümünün ayrı bir güzelliği, ayrı bir değeri var. Ancak bana "Senin gözden hangisi" diyecek olursanız, on dördüncü bölümü işaret ederim. Bunun nedeni Beyoğlu'nun bugününe olmasa da, dününe karşı duyduğum derin hayranlık. Dünü derken, 2000'li yılların başlarından söz ediyorum. Beyoğlu sevdalıları İstiklal Caddesi ve çevresinin 2005'te yaşadığı kıyımı iyi bilirler. Eskiden ağaçlar vardı cadde boyunca, şimdi yok.. Eskiden gösterişsiz, küçük ama düzenli taşlar vardı yerde, bugünse (2011) kırık dökük ve çirkin bir kaplama... Eskiden tüm dükkan isimleri tabelalara kahverengi üzerine altın rengiyle yazılırdı, bugünkü durum ortada...
Ben eskiden çok severdim Beyoğlu'nu. Bugün ne zaman yolum düşse içim parçalanarak adımlıyorum sokaklarını.
2005 yılında yeni aldığım steadicam sistemimi İstiklal Caddesi'nde denemiştim. Caddede bir aşağı bir yukarı yürümüştüm, kameram kayıttaydı. O güzel Beyoğlu'nun görüntülerini serpiştirdim programın içine, dikkatli izleyiciler fark edeceklerdir.
Ara Güler'in anlattıkları da bu bölümü benim için özel kılıyor. "New York gibi yere gidiyorum, bir süre sonra canım sıkılıyor. Çünkü ben buranın çocuğuyum" diyor Güler. Ve kamera kayıttan çıktıktan sonra ekliyor: "Herkes kim olduğunu babasından öğrenir. Hepimiz babamızın fotoğrafını duvara asmak mecburiyetindeyiz, yoksa nereden gelip nereye gittiğimizi unuturuz."
ON BEŞİNCİ BÖLÜM - HAYDAR ERGÜLEN İLE CİHANGİR
Yazar ve şair Haydar Ergülen, bulmacanın en önemli eksiklerinden birini tamamlıyor. Kentin hem merkezinde yer alan, hem de bir o kadar kopuk ve kendi halinde yaşayan Cihangir'i anlatıyor bize. Cihangir'in o kendine has mahalle havasını, sıra dışı sakinlerini, kedilerini, kafelerini en iyi orada yaşayanlar biliyor elbette.
Çekim için Haydar Ergülen ile Cinhangir Parkı'nda buluşmak üzere sözleştik. Ben 2005 yılında küçük bir çekim yapmıştım Cihangir Parkı'nda. Cihangir Sokak Şenliği isimli bir etkinlik düzenleniyordu. Küçücük park yaz mevsiminin de etkisiyle dolup taşmıştı. İşte aklımda o günden kalan resimle Cihangir Parkı'nı aramaya koyulduğumda, henüz parkın bambaşka bir yapıya dönüştüğünden haberim yoktu. Betonlaşmış, alt kısmı otopark yapılmış garip bir meydana çıktı yolum. Ergülen'le buluştuk. "Benim anımsadığım park böyle değildi" dedim, "Hiç sorma" dedi.
ON ALTINCI BÖLÜM - HÜSNÜ ARKAN İLE SAMATYA
Ve kapanışı çok sevdiğim Ezginin Günlüğü grubunun eski solisti Hüsnü Arkan ile yapıyoruz. Pek çok insan gibi beni de yer yer derinden etkilemiş, uzun uzun düşündürmüş, dilime dolanmıştır Arkan'ın bestelediği / seslendirdiği şarkılar. Onun sesi olmadan Ezginin Günlüğü olur mu, olursa alışabilir miyiz, bilemiyorum.
Hüsnü Arkan İstanbul'un pek de bilinmeyen bir semtini, Samatya'yı anlatıyor.
Güzel :)
YanıtlaSilHarika bir çalışma. Televizyonda böyle eserlerin daha çok yer almasını isterdim.
YanıtlaSilTeşekkür ederim. Beğenmiş olmanıza sevindim.
YanıtlaSilteşekkürler
YanıtlaSil